Dominik Cumhuriyeti dendiğinde zihnimizde canlanan ilk görüntüyü söylememiz istenseydi sanırım hepimiz deniz, kum, güneş üçlüsünü söylerdik. Karayipler’in en eski başkenti ise beklentilerin de ötesini sunuyor. Hem uçsuz bucaksız turkuaz sular, yukarıdaki gibi yeşilin bin bir tonu ya da yeni dünya tarihinin başlangıç izleri Santo Domingo’da sizleri bekliyor. Hazırsanız işte karşınızda Dominik Cumhuriyeti: Santo Domingo Gezi Rehberi …
Santo Domingo’da Ulaşım
Şehirde gezilecek tüm noktaları rahat rahat keyfini çıkararak görmek isterseniz 2-3 tam gün ideal olacaktır. Çekim takvimi nedeni ile benim şehirde 1,5 günüm vardı. Bu yoğun listeyi nasıl tamamlarım diye düşünerek erkenden kendimi otelden dışarı attım. Otelin çevresinden kalkan otobüs olmadığı ve zaman kazanabilmek için otelin önünden direk taksiye atladım. Taksici ile sohbet muhabbet derken 180 dolara listende ki tüm yerleri sana gezdirebilirim rehberlik de yaparım diye önerdi. Benim bu parayı pazarlıksız kabul etmem mümkün değil bilen bilir tabi 🙂 Bayağı kurbanlık koyun pazarlığına işi çevirdim ama adam yine de beni sevdi ve yoğun ısrarıma da dayanamayarak 90 dolara sabah 8’den akşam 5’e kadar listedeki tüm yerleri gezdirmek üzere anlaştık 🙂
Sonradan taksiciler ile kankaya bağlayınca öğrendim ki taksicilerin önemli bir geçim kaynağıymış bu şekilde şehir turu yaptırmak. Fiyat zaman üzerinden belirleniyormuş ama aslında kabul ettirebildiklerine şeklinde o yüzden sıkı pazarlık çok önemli. Dominik Pesosu yerine daha değerli diye sadece Amerikan Doları kabul ediyorlar.
Pazarlık Taktiği: Pazarlık kısmında taksiciler saate göre konuşuyor siz pazarlığınızı gezeceğiniz nokta üzerinden yaparsanız daha karlı olacaktır. Biz tüm gezilecek noktalar ve 17:00 diye konuştuk ama tüm noktalar akşam 8’de bitince ekstra ücret talep edemedi 🙂 Eee Türk olduğumuz anlaşılsın ama değil mi, sizlerden de aynı performansı bekliyorum:)
Şehirde kısıtlı vaktiniz var ise ya da benim gibi yalnız geziyorsanız, mutlaka ulaşım aracı olarak taksi kullanmanızı öneririm. Otel ya da AVM önlerinden bindiğiniz taksiciler hem daha güvenilir, hem İngilizce biliyorlar hem de arabalar çok konforlu, içerisinde ücretsiz WiFi bile var. Benim diğer gün bindiğim taksici İngilizce’sinin yetmediği yerde internetten sesli çeviri hizmeti alarak bana rehberlik yaptı. Hizmette sınır yok yani 🙂 Aaa unutmadan şoförler takım elbiseli, daha ne olsun 🙂
Santo Domingo Konaklama
Santo Domingo’da lüks oteller daha çok şehrin dışında konumlansa da gezilecek yerlere yakın olmanız için şehrin tarihi ve kalbinin attığı yer alan Zona Colonial bölgesinde konaklamanızı öneririm. Bu bölgedeki beğendiğim otel alternatiflerinin linkini bırakıyorum.
2. alternatif olarak ise benim konakladığım JW Marriot otelin de olduğu dowtown bölgesini Santo Domingo’da konaklamak için öneririm. Bu bölgedeki beğendiğim otel alternatiflerinin linkini bırakıyorum.
Son olarak ise, eğer Dominik Cumhuriyeti geziniz sadece başkent ve çevresinde olacak ise en azından deniz kum güneş kısmını es geçmemeniz için mutlaka 1-2 gecenizi de Boca Chica sahillerine ayırmanızı öneririm. Boca Chica sahillerinde konaklama önerilerime ise bu linkten ulaşabilirsiniz. Eğer zaten tatilin ilerleyen kısımlarında Punta Cana ya da Las Terrenas tarafına geçecekseniz o zaman burası için ekstra vakit ayırmanızı önermem.
Santo Domingo’da Gezilecek Yerler
Zona Colonial: Santo Domingo’nun eski şehir bölgesi. Yeni Dünya’da bir çok ilk bu bölgede olmuş, o yüzden de bu bölge Unesco Dünya Mirası listesinde yer alıyor. Otelden ücretsiz alabileceğiniz turistik harita ile yürüyerek tüm alan 2-3 saatte rahatlıkla geziliyor. Hem yerel halkın kültürünü hissedebileceğiniz hem de tüm tarihi koklayabileceğiniz Santo Domingo’nun ilk ve en önemli gezelim görelim noktasıdır.
Bu Yeni Dünya olayı nedir derseniz kısaca açıklayalım 🙂
Yeni Dünya terimi özellikle Avrupalılar tarafında Avrasya ve Afrika dışında kalan ana karaları temsil etmek için kullanılıyor. Kolomb kardeşler yeni dünyayı bulmak için çıktıkları yoldailk Hispaniola adasını keşfediyorlar. 1496 yılında Kristof Kolomb’un kardeşi Bartolomeo tarafından yeni dünyadaki ilk ispanyol kolonisinin merkezi olarak kuruluyor.
Böylece Santo Domingo, Avrupalılar’ın batı yarım kürede kurdukları en eski sürekli yerleşim yeri olarak tarihe adını yazdırıyor.
Parque Colon: Zona Colonial Bölgesi’nin can damarı bu park, sabah akşam yerel halkı ve turistleri ağırlıyor. Ağaçlar, kuşlar, heykeller, bir yanda domino oynayan emekliler ve diğer yanda çeşitli kafeler, restaurantlar ile ortam çok keyifli.
Catedral Pimada de America: Amerika kıtasında halen ayakta olan en eski katedral. Parque Colon’a geldiğinizde ücretsiz olarak bu katedrali de gezebilirsiniz.
El Conde: Parque Colon’dan başlayıp Puerta Del Conde’ye kadar devam eden yayalara ayrılmış sokak. Özellikle işportacılar, hediyelik eşya dükkanları ve yerel sanatçılar bu sokakta toplanmışlar.

Puerta del Conde: Haiti işgalindeki Dominikliler bu alanda kansız bir darbe ile bağımsızlıklarını kazandıkları işgal güçlerini ülkelerinden kovdukları için bu kapı Dominik bağımsızlığının simgesi. İlk Dominik bayrağı da bu kapının üzerine çekilmiş. Kapıdan geçtiğiniz zaman Parque Independencia’ya (Bağımsızlık Parkı) girmiş oluyorsunuz. Parkın içinde de Altar de la Patria Anıtı görülebilecek yerlerden biri.

Las Damas: Amerika kıtasındaki ilk taş döşenmiş sokağı, en önemli tarihi binalar da bu sokakta yer alıyor.
La Fortaleza Ozama: Yeni Dünya’daki en eski koloniyal askeri bina.
Plaza Espana: 90’ların başında Amerika’nın keşfinin 500. Yılı şerefine yenilenmiş, geniş bir meydan. Ortam çok canlı olduğu için öğle ve akşam yemekleri için buradaki restoranları tercih edebilirsiniz.

Alcazar de Colon: Önceleri Kolomb’un oğlu ve karısının yaşadığı yer iken sonraki nesillerde restorasyon ile birlikte Kolomb’a ait eşyaların sergilendiği bir müze haline gelmiş.
Monasterio de San Francisco: Yeni Dünya’daki ilk manastır
Ruinas del Hospital San Nicolas de Bari: Yeni Dünya’daki ilk hastane
Ne çok ilk ne çok tarihi bina varmış yeterrrrrr dediğinizi duyar gibiyim 🙂 Özellikle Türk erkeklerinin müze ve tarihi bina gezmekten neredeyse nefret ettiği düşünülürse onları küstürmeyelim 🙂 Tüm tarihi yerleri detay detay gezmek yerine bölgede uzun bir yürüyüş ardından açık havadaki güzel kafelerin birinde soluklanıp kahvenizi yudumlayarak tüm tarihi havayı içinize çekmenizi öneririm.
Malecon: Santo Domingo’nun sahil yolunu. İzmir Kordon’un Dominik versiyonu gibi düşünebilirsiniz. Her pazar trafiğe de kapanan bölgeyi yerel halk hem eğlenmek, dans etmek hem de deniz havasında gezmek dolaşmak için tercih ediyor. Burada farkettiğim en güzel şey, insanların bu fakir ülkede ne kadar mutlu huzurlu yaşadıkları, kafanızı nereye çevirseniz dans eden insanlar görüp içiniz ısınıcak. Paranın değil huzurun, sevginin, mutluluğun en önemli aracı olduğunu Dominik Halkı bana bir kez daha gösterdi.
Faro a Colon: İngilizcesi ‘’Colombus Light House’’ olan bu devasa fener, 1992 yılında yani Amerika’nın keşfinin 500. Yıldönümünde Kolomb’un onurlandırılması amacı ile tüm Latin Amerika ülkelerinin katkıları ile yapılmış. Yapının dışında, topraklarında bir zamanlar yerlilerin yaşadığı ülkelerin isimleri var. İçerisinde ise her ülkeye ait sıra sıra odalarda tarihlerini yansıtan objeler ve belgeler sergileniyor. Yine orta alanda Kolomb’a ait olduğu söylenen kalıntılar ve keşiflerine ait belgeler bulunuyor. Müze girişİ 60 RD$, kısıtlı zamanda şehri gezmiyorsanız ya da tarihe ilginiz varsa uğrayabilirsiniz.

Los Tres Ojos: İçerisinde bulunan 3 gölden dolayı 3 Göz adı verilen bu doğa harikası alan, Dominik Cumhuriyeti’nin en çok turist alan noktalarının başında geliyor. Parque Mirador Del Este Parkı’nın içerisinde yer alan bu alanı bulmak için yukarı değil aşağı bakmanız gerekiyor 🙂 Çünkü bir yapıdan içeri girmiyorsunuz, parkın içindeki bir boşluktan merdivenler ile aşağı iniyorsunuz. Parkta çok küçük bir kulübede satılan giriş bileti kişi başı 100 RD$. Standart bir parkın içerisinde yer alan o küçük delikten girip bu şekilde etkiliyici manzaralar barındıran bir alana ulaşınca eminim siz de benim gibi çok şaşıracaksınız. Sanırım beklentiyi düşürüp insanların ağzı açık kalsın diye yapmışlar 🙂
Kireçtaşının binlerce yıl içinde suyun erozyonuna uğramasıyla ortaya çıkan mağaralar, geçitler ve göllerden oluşan bu alan aynı zamanda Dominik Cumhuriyeti’nin bulunduğu Hispanyola Adası’nın ilk sakinleri olan Taino Yerlileri için de kutsal sayılıyor. İçeriye girdiğinizde garip bir şekilde o ruhani havayı hissediyorsunuz.
Alandaki son göle geçmek için 20 RD$ karşılığında sandala binmeniz gerekiyor. Şu hayatta her güzel şeyin bedeli var demişler. Sakın ola 2 gölü gördüm sonuncusu da aynıdır sandala da para veremeyeceğim demeyin çünkü son gölü görmeden Los Tres Ojos’u görmüş sayılmazsınız. En etkileyici olanı, en romantik olanı, en yeşil olanı, en ruhani olanı ve en meşhur olanı burası 🙂 Neden meşhur hem de biliyor musunuz ? Tarzan ve Jurassic Park filmlerinin bazı sahneleri burada çekilmiş.

Boca Chica: İstanbul’un Kilyos’u varsa Santo Domingo’nun da 30 km doğusunda Boca Chica’sı var. Aman diyim şimdi Kilyos’taki gibi beyaz donlu insanlar aklınızda canlanmasın 🙂 Burası Santo Domingo civarındaki en turistik plaj bölgesi. Özellikle hafta sonları tüm yerli halk da burada. Bembeyaz kumsalları, turkuaz karayip denizi, güzel balık restaurantları ve sürekli dans eden şarkı söyleyen mutlu insanları ile gerçekten tatilde olduğunuzu hissedeceğiniz bir yer. Türkiye’nin plajlarında süt mısır diyen bağıran satıcılar yerine burada hindistan cevizi diye bağıran kişiler görmek çok eğlenceli 🙂
Toplu taşıma ile ulaşım zor ve çok zaman kaybettirecektir. Taksici ile sizi bekleyecek şekilde anlaşırsanız özellikle yarım gününüzü buraya ayırmanızı öneririm.



Jardin Botanica Nacional: Tüm ülkelerde birbirinin çok aynısı olması sebebi ile akvaryum, hayvanat bahçesi ve botanik bahçelerde vakit kaybetmemeye çalışıyorum ve gezilecekler listeme de genellikle almıyorum ama bu sefer kaldığım otel çalışanlarının yoğun ısrarı ile bu doğa harikası yeri keşfettim. Şiddetle de herkese tavsiye ediyorum.

Botanik bahçeye giriş tren bileti ile birlikte turistler için100 RD$. İçeri girdiğinizde sağ tarafta dünyanın en büyük çicek saatlerinden birini göreceksiniz. Biraz ilerlediğinizde ise hediyelik eşyaların satıldığı binayı ve tren sırasını görebilirsiniz. Botanik bahçe 2 milyon metrekarelik bir alana yapıldığından yürüyerek bu devasa alanı gezmeniz mümkün değil. Bu sebeple rehberler eşliğinde üstü açık trenler ile parkı geziyorsunuz. Rehberler tek tek size 300’den fazla türü barındıran Endemik yani Hispanyola Adası’na ve Karayip Coğrafyası’na özgü ağaçları ve bitkileri tanıtıyor. Japon Bahçesi’ne gelindiğinde ise 20 dakika mola veriliyor rahat rahat gezmeniz için. İnanılmaz düzenli, bakımlı ve huzurlu enfes bir bahçede dolaşıyorsunuz. Sonra tren ile bahçeyi gezmeye devam ediyorsunuz. Burada gerçekten doğanın tüm gücünü ve nefes aldığınızı hissedeceksiniz.


Parque Zoologico Nacional: Kabul ediyorum sadece ve sadece flamingoları görmek için gittim. Hayatımda hiç yakından görmediğim ama bayıldığım hayvanlardan biriydi. Ülkede pembiş karayip flamingolarını görebileceğim tek nokta bu hayvanat bahçesiydi. Giriş 100 RD$ olduğu için size mutlaka gidin diyemem flamingolar hariç kaplandan timsaha, babundan binbir çeşit kuşa kadar klasik bir hayvanat bahçesinde görebileceğiniz her türlü hayvan mevcut. Yine park çok büyük olduğundan rehberli trenler ile gezdiriyorlar. Çocuklu aileler için güzel bir alternatif olabilir.

Sırada ise Survivor adası diye hepimizin bildiği Dominik Cumhuriyeti’nin Las terrenas bölgesi var. Şimdi sizi tek tıkla bu yazıya bekliyorum.
Dominik Cumhuriyeti’nden paylaştığım fotoğraflara Instagram’da #renklirotalardominik hashtagi ile ulaşabilirsiniz.
Gelecek yazılarımdan ve videolarımdan haberdar olmak ve daha fazla fotoğraf için beni buralarda da takip etmeyi unutmayın! 😉
Instagram: @renklirotalar
YouTube: Renkli Rotalar
Facebook: Renkli Rotalar
Pinterest: Renkli Rotalar
3 Comments